Sıkıntı vermek ne demek, büyüksün Martin Amca ama hala rakı içesim var.. Ben de arada sırada karaladığımdan bahsetmiştim sanırım. Bu hikayede benden. 7 yıl önce yazmışım:
Her şey ufak bir baş ağrısıyla başladı. Geceleri fazla uyumazdı ama tam tersine o gece uyumak istiyordu. Yorgundu, hırpalanmıştı ve unutma isteğiyle doluydu…
Yatakta doğrulduğunda saat üçü biraz geçmişti. Kafasını duvarlara çarpınca o lanet zonklamanın geçeceğini bilse hiç tereddüt etmezdi. Buzdolabında yine su yoktu. Bir ton küfürden sonra banyoya geçip başını musluğun altına dayadı, şimdi uykusu da yoktu.
Sokağa çıktığında saat üç buçuk olmuştu. Başını kaldırdı ve karanlığa kafa tutan lambaya selam verdi. Lamba da onu selamlarcasına hafifçe kararıp tekrar ışıldadı. Sokağın hakimiydi lamba, neler görmüş geçirmişti…
Lambanın yanındaki kaldırıma oturup bir sigara çıkardı. Ateşi ehlileştirip parmaklarının arasına alma isteği karşı konulmazdı şu gece sessizliğinde… ”Çat!” önce çakmağın sesi sonra tütünün yanarken çıkardığı o çok hafif çıtırtı…
Başının ağrısı aynı sinir bozuculuğuyla devam etmekteydi. Zorluyordu onu, hatırlaması için. O ise düşündükçe kahroluyordu. Gündüzde aynıydı gecede işte. Sessizliğin içinde boğuluyor gibi hissetti. Tüyleri diken diken oldu sigaraya var gücüyle asılmasına rağmen. Sigara değil o tükeniyordu sanki her nefeste. Haykırmak, bağırmak istiyordu geceye. Sigarasından son nefesini içine çekip bir çırpıda ezdi izmariti. Fırıncılar çalışmaya başlamıştı, hamur makinesinin sesi ona kadar geliyordu. Etrafına bakınıyordu birilerini görmek istermişçesine ama birkaç kediden başka hayat belirtisi yoktu…
Kalktı ve koşmaya başladı aniden. Güneye, çarşı tarafına doğru. Önce yavaştı ama sonra nasıl deliler gibi koştuğunu o bile bir daha hatırlamadı. Sadece koşuyordu ve hiçbir şeye aldırış etmiyordu. Kendini amaçsızca koşan çıplak bir hayvana benzetti. Keşke öyle olsaydım dedi…
Belediye binasının önünde durdu. Bir sporcu edasıyla eğildi ve nefesini toparlamaya çalıştı. Bayağı koşmuştu. Binanın merdivenlerine oturdu soluklanmak için. Kendine gelince bir sigara daha yaktı ve saate bakmak için kolunu kaldırdığında saatinin kolunda olmadığını fark etti. Koşarken düşürmüştü besbelli. Önemsemedi, evde eski bir-iki kol saati olacaktı. Belki de saat takmazdı artık. Zaman onun en büyük düşmanlarından biriydi.
Belediye binasının girişindeki merdivenlerin en üst basamağına çıktı. Mermerden merdivenler bayağı yüksekteymiş gibi bir eda kattı ona. Kendini bir Aztek tapınağındaymış, kutsanmış bir kralmış gibi hissetti kollarını açıp doğmak üzere olan güneşe bakarken. Güneşi kucaklamak istiyordu. Güneş ona yüzünü daha cömertçe sunmaya başlamadan biraz önce kollarını indirdi, eğildi ve tereddütsüz bir biçimde pantolonuyla beraber donunu sıyırdı. Bir güzel sıçtı oraya. Sıçarkenki o sıcaklık mutlu etti onu ve gülümsedi güneşle beraber. İşini bitirince soğukkanlılıkla bahçeye yürüdü. Geldiği yolu geri tepmeye başladı ama bir farkla koşmuyordu. Gayet dik, huzurlu, elleri cebinde yürüyordu.
Eve bayağı oyalanarak, yolu uzatarak gitti. İnsanlar yeni güne başlıyorlardı. Evin önünden geçen ilkokul öğrencilerini yeni fark ediyordu. “İyi dersler!” diye bağırdı çocuklara kapıyı açarken. Ama çocuklardan bir teşekkür gelmedi. Sırıtma ile güzel bir gülümseme arası bir ifadeyle banyoya girdi, soğuk suyla bir güzel duş alayım diye düşündü. Gurur duyuyordu kendisiyle. “Ben bir eylem adamıyım” diye düşündü. “Evet bir eylemciyim!” dedi. Yatağa atıverdi kendini banyodan çıkar çıkmaz. Baş ağrısı dinmişti. Direk uykuya daldı ve uykusunda bile gülümsüyordu. Sanki yatakta değil birkaç santim havadaydı. Kim bilir belki rüyasında yeni eylemlere dalıyordu… Ne de olsa o artık bir eylem adamıydı…
Her şey ufak bir baş ağrısıyla başladı. Geceleri fazla uyumazdı ama tam tersine o gece uyumak istiyordu. Yorgundu, hırpalanmıştı ve unutma isteğiyle doluydu…
Yatakta doğrulduğunda saat üçü biraz geçmişti. Kafasını duvarlara çarpınca o lanet zonklamanın geçeceğini bilse hiç tereddüt etmezdi. Buzdolabında yine su yoktu. Bir ton küfürden sonra banyoya geçip başını musluğun altına dayadı, şimdi uykusu da yoktu.
Sokağa çıktığında saat üç buçuk olmuştu. Başını kaldırdı ve karanlığa kafa tutan lambaya selam verdi. Lamba da onu selamlarcasına hafifçe kararıp tekrar ışıldadı. Sokağın hakimiydi lamba, neler görmüş geçirmişti…
Lambanın yanındaki kaldırıma oturup bir sigara çıkardı. Ateşi ehlileştirip parmaklarının arasına alma isteği karşı konulmazdı şu gece sessizliğinde… ”Çat!” önce çakmağın sesi sonra tütünün yanarken çıkardığı o çok hafif çıtırtı…
Başının ağrısı aynı sinir bozuculuğuyla devam etmekteydi. Zorluyordu onu, hatırlaması için. O ise düşündükçe kahroluyordu. Gündüzde aynıydı gecede işte. Sessizliğin içinde boğuluyor gibi hissetti. Tüyleri diken diken oldu sigaraya var gücüyle asılmasına rağmen. Sigara değil o tükeniyordu sanki her nefeste. Haykırmak, bağırmak istiyordu geceye. Sigarasından son nefesini içine çekip bir çırpıda ezdi izmariti. Fırıncılar çalışmaya başlamıştı, hamur makinesinin sesi ona kadar geliyordu. Etrafına bakınıyordu birilerini görmek istermişçesine ama birkaç kediden başka hayat belirtisi yoktu…
Kalktı ve koşmaya başladı aniden. Güneye, çarşı tarafına doğru. Önce yavaştı ama sonra nasıl deliler gibi koştuğunu o bile bir daha hatırlamadı. Sadece koşuyordu ve hiçbir şeye aldırış etmiyordu. Kendini amaçsızca koşan çıplak bir hayvana benzetti. Keşke öyle olsaydım dedi…
Belediye binasının önünde durdu. Bir sporcu edasıyla eğildi ve nefesini toparlamaya çalıştı. Bayağı koşmuştu. Binanın merdivenlerine oturdu soluklanmak için. Kendine gelince bir sigara daha yaktı ve saate bakmak için kolunu kaldırdığında saatinin kolunda olmadığını fark etti. Koşarken düşürmüştü besbelli. Önemsemedi, evde eski bir-iki kol saati olacaktı. Belki de saat takmazdı artık. Zaman onun en büyük düşmanlarından biriydi.
Belediye binasının girişindeki merdivenlerin en üst basamağına çıktı. Mermerden merdivenler bayağı yüksekteymiş gibi bir eda kattı ona. Kendini bir Aztek tapınağındaymış, kutsanmış bir kralmış gibi hissetti kollarını açıp doğmak üzere olan güneşe bakarken. Güneşi kucaklamak istiyordu. Güneş ona yüzünü daha cömertçe sunmaya başlamadan biraz önce kollarını indirdi, eğildi ve tereddütsüz bir biçimde pantolonuyla beraber donunu sıyırdı. Bir güzel sıçtı oraya. Sıçarkenki o sıcaklık mutlu etti onu ve gülümsedi güneşle beraber. İşini bitirince soğukkanlılıkla bahçeye yürüdü. Geldiği yolu geri tepmeye başladı ama bir farkla koşmuyordu. Gayet dik, huzurlu, elleri cebinde yürüyordu.
Eve bayağı oyalanarak, yolu uzatarak gitti. İnsanlar yeni güne başlıyorlardı. Evin önünden geçen ilkokul öğrencilerini yeni fark ediyordu. “İyi dersler!” diye bağırdı çocuklara kapıyı açarken. Ama çocuklardan bir teşekkür gelmedi. Sırıtma ile güzel bir gülümseme arası bir ifadeyle banyoya girdi, soğuk suyla bir güzel duş alayım diye düşündü. Gurur duyuyordu kendisiyle. “Ben bir eylem adamıyım” diye düşündü. “Evet bir eylemciyim!” dedi. Yatağa atıverdi kendini banyodan çıkar çıkmaz. Baş ağrısı dinmişti. Direk uykuya daldı ve uykusunda bile gülümsüyordu. Sanki yatakta değil birkaç santim havadaydı. Kim bilir belki rüyasında yeni eylemlere dalıyordu… Ne de olsa o artık bir eylem adamıydı…
Hiç bir şey ummuyorum,
hiç bir şeyden korkmuyorum,
özgürüm..
Zorba
hiç bir şeyden korkmuyorum,
özgürüm..
Zorba