Tarih üzerine Yazılar, Savlar, Sorular
#1
Merhaba,

Forumda Klasik Tıraş Tarihi başlığında yazılar yer alıyor ama Tıraş dışı tarihle de ilgilenen forum üyeleri için böyle bir başlığımız olsa, isteyenler paylaşmak istedikleri tarihi anektodları, savları, soruları burada ilgilenen forum üyelerine iletse.

Aşağıdaki yazı ile (alıntı) ben başlatayım. Tarihle ilgili forum üyelerinin burada yazacaklarını merakla bekliyorum.

İyi haftalar.


---------------------

Yıllar önce okuduğum Çanakkale Savaşı'nın kahramanlarından Seyit Onbaşı'ya dair bir yazı:

"Kocaseyit’i hiç böyle bilmediniz
9 yıl sonra köyüne gidip eşini sorunca...



Kocaseyit namı, Seyit Ali Çabuk tam adı.

Çanakkale’de 215 kiloluk top mermisini tek başına sırtlayıp İngiliz zırhlısını vuran kahraman.

1889'da Balıkesir'in Havran ilçesine bağlı bir orman köyü olan Manastır köyünde doğan Seyit Ali, Yörük çocuğudur.

Mavi gözlü ve ufak tefektir.

Gariban Anadolu köylüsü.

Keçi güder arada kaçak odun kömürü yapar satar.


1909’da askere gider.

1912’de Balkan Savaşı’na katılır.

1914’te Birinci Dünya Savaşı başlayınca Çanakkale cephesinde topçu eri olarak bulundu.

18 Mart1915'te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı'nı geçmek için saldırıya geçti. Bu sırada Seyit Ali, Rumeli Mecidiye Tabyası'nda görevlidir.

(Savaşın en kritik anlarından birinde Queen Elizabeth zırhlısından atılan bir top mermisi Mecidiye Tabyası'na isabet eder. Mecidiye Tabyası'nın pozisyonu çok kritiktir. Boğazdan geçen düşman savaş gemilerini vurmak üzere oradadır. Ve hedef alınan tabyada geriye sadece iki er ve tabya komutanı kalmıştır. Bu erlerden bir tanesi Seyit Ali Çabuk'tur. Seyit, 215 kiloluk bir mermiyi, mataforası yani vinci bozuk olan topçu bataryasına tek başına sırtlayarak yerleştirmeyi başarır. İlk denemesinde Ocean gemisini vurmayı başaramaz, ikinci kez tekrar bunu dener ve başarır, ancak yine vurmayı başaramaz İngiliz zırhlısını. ve son denemesinde Niğdeli Ali'nin de yardımıyla top mermisini bataryaya yerleştirir. Ve Ocean gemisini dümen sisteminden vurmayı başarır. Ocean daha sonra sürüklenir ve Nusrat’ın döşediği mayınlardan birine çarparak batar. Bazı iddialara göre, Seyit Onbaşı’nın attığı top, Fransız Bouvet zırhlısını vurmuştur. Bazı askeri tarihçiler ise Seyit Onbaşı’nın hikayesini yalanlar, düşman zırhlılarının mayına çarparak battığını anlatır.)

Bu başarısından ötürü onbaşı rütbesine yükseltilmiş bir de ödül olarak çift tayın verilmiş.

O da bir hafta sonra kursağından geçmeyince istememiş.

Seyit Ali, 1909'da gittiği askerden, 1918'de onbaşı olarak döner.

1915’teki zaferden sonra 3 yıl daha Çanakkale’de askerliğe devam eder.

1918’de terhis olur.

SABAHA KADAR EVİNİN KAPISINI ÇALMADI

Çanakkale’den Havran’daki köyüne kadar 145 kilometreyi 13 günde yayan yürür.

Köyünde onu herkes öldü bilmektedir.

Geldiğinde evine giremez. Çünkü 9 yılda belki karısı, yeniden evlenmiş olabilir. Akşamdan geldiği evini sabaha kadar göz hapsine alır. Sabah koyunları çıkarmak için gelen bir akrabası ile karşılaşır.

“-Sen kimsin?

-Ben Seyidim.

-Biz seni öldü biliyoruz.

-İşte sağ döndüm. Benim hanım evli mi?

-Hayır evli değil. Bir çocuğun var içeride, çocuğu korkutursun. Bağırarak git, haberi olsun.”

Kapıdan eşinin ismini seslenir. 8 yaşında bir kız çocuğu kapıya gelir. “Anne” diyor, “kapıda sakallı biri var korktum.” Annesi geliyor kapıya bakıyor ki, adamı. “Korkma kızım o senin baban.”

Ve 9 yıl sonra kızıyla böyle tanışıyor.

O kız, sonradan nine olduğunda torunlarına, “Baba deyip de bir müddet kucağına oturamazdım” der.

BİR TEK ATATÜRK HATIRLAR

Kocaseyit, harpten döndükten sonra burada köyünde kimseye savaş ile ilgili bir şey anlatmaz. 9 yılda yaşadıklarını kendine saklar. Kolay değil, yaşanan olaylar, büyük travmalar yaratmıştır muhtemelen. 1929’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bir açılış için Havran'a gelir. Açılıştan sonra Havran Nahiye Müdürü’ne der ki, “Burada bir Seyit Onbaşı olacaktı onu görmem lazım.”

Ancak Havran Nahiye Müdürü, Seyit Onbaşı’nın hangi köyde olduğunu bilmez. “Buluruz tabii Paşam” deyip, Edremit askerlik şubesinden Seyit’i sordurur. Manastır köyünde bulunur. Şubeden 2 jandarma görevlendirilip salınır. Sabah çıkan jandarmalar akşamüstü köye gelir. Kocaseyit, dağa kömüre gitmiştir. Jandarmalar evinin önünde akşama dek bekler. Akşam geç saatte evine gelen Seyit, jandarmayı görünce, kaçak kömür için geldiklerini sanır. Ama bozuntuya vermez. Askerlere “suçum ne ki” diye sorar. “Hayır, suçun yok biz seni bekliyoruz. Seni Paşa çağırıyor.” Seyit, sevinir. Gece yarısı vardıklarında nahiye müdürü, Seyit’i perişan vaziyette görünce, önce onu bir güzel yıkatır, berberde saç sakal traşı yaptırır. Sabah da elbisesini verir. Atatürk’ün yanına çıktığında, biraz sohbetten sonra Paşa ‘ne istersen, iste sen büyük kahramanlık yaptın’ der. Maaş bağlatılmasını teklif eder. Seyit Ali, “Hayır paşam" demiş, "biz görevimizi yaptık maaş için değil” der. Tek bir isteği olur Atatürk’ten, “Ben dağda kaçak odunla kömür imal ediyorum. Havran ve Edremit'te gece kaçak satıyorum. Senin emrinle o dağdaki ormancılar baltamı almasa. Rahat çalışsam, maaş da istemem”

Atatürk, nahiye müdürüne talimat verir, Seyit’e dokunulmasın diye.

Ancak iki yıl sonra yeni gelen nahiye müdürü bu emri uygulamaz, Seyit’e pek rahat verilmez.

Seyit Ali Onbaşı, bir süre daha dağda odun kömürü yapar.

Yaşlanmaya başlayınca zorlanır, Havran’da bir fabrikada hamallığa başlar.

Seyit Ali Çabuk, 1939'da 50 yaşındayken, zatürreye yakalanır ve yaşamını yitirir.

Köyündeki mezara gömülür."
Cevapla
#2
“Tarih Sümerde Başlar” Samuel Noah Kramer’in en popüler kitabıdır. İlk yazılı kaynaklar Sümerlilerden bugüne ulaşabildiği için tarihi kavramak adına ilginç okumalar içerir. Ancak fazlaca akademik ve atıflar içerdiği için bazı bölümleri ilave okumalar gerektirebilir.

Samuel Noah Kramer’in İstanbul’da yaptığı çalışmalarda yardımcılığını yapan Muazzez İlmiye Çığ ise akademik dilden uzak, kolay anlaşılabilir, en önemlisi de Sümerlilerin yaşadığı döneme ilişkin sosyolojik tespitler içeren kitaplar yazmıştır.

Ortadoğu Uygarlık Mirası isimli 2 ciltlik kitaplarında bir çok tabletin içeriğini kendi üslubuyla yorumlar. Benim için en eğlenceli ve insanlığın temel özelliklerinin 4000 senedir değişmediğini ortaya koyan bir metni aklımda kaldığı kadarıyla paylaşmak isterim.

Yaşlıca bir kadın uzak bir yere ticaret amacıyla giden oğluna bir mektup yazar, mektupta öncelikle oğluna övgüler düzüp, oğlunu yetiştirirken yaşadığı zorlukları sıralar. Sonrasında oğlu şehirden ayrıldıktan sonra gelininin saygısızlığından, kendisine olumsuz davranışlar sergilediğinden bahseder. Bir taraftan da komşularının yetişen kızının ne kadar güzel ve iyi olduğunu, doğurganlık emarelerinin yüksek olduğunu ifadeyle, gelininin tazminatını vererek boşamasını ve komşularının güzel kızıyla evlilik yapmasını salık verir. Muazzez Hanım da yorum olarak aradan geçen binlerce yıla rağmen, gelin kaynana çatışması ve erkeklerin anne ile karısı arasında kalma durumunun halen devam ettiğini keyifle anlatır.

Yine aynı kitapta rüşvetin belgesi ve vergi kaçırma konusu vardır ki, insanın açgözlülüğü ve tamahkarlığının da binlerce yıldır değişmediğinin eğlenceli belgesidir.
A momentary lapse of reason.
Cevapla
#3
Güzel paylaşımınız için teşekkürler @Cem Hazir

Ben de severim asırlık Muazzez İlmiye Çığ'ı. Tüm kitaplarını keyifle okudum. Hititlere dair de çok güzel yazıları var. Cumhuriyetin yetiştirdiği değerlerden, ayrıca Hititler üzerine Sedat Alp ve Ekrem Akurgal'ın yazdıklarını okumak da keyifli.
Cevapla
#4
(04/04/2017, Saat: 10:36)SumNauta Adlı Kullanıcıdan Alıntı: Merhaba,

Forumda Klasik Tıraş Tarihi başlığında yazılar yer alıyor ama Tıraş dışı tarihle de ilgilenen forum üyeleri için böyle bir başlığımız olsa, isteyenler paylaşmak istedikleri tarihi anektodları, savları, soruları burada ilgilenen forum üyelerine iletse.

Aşağıdaki yazı ile (alıntı) ben başlatayım. Tarihle ilgili forum üyelerinin burada yazacaklarını merakla bekliyorum.

İyi haftalar.


---------------------

Yıllar önce okuduğum Çanakkale Savaşı'nın kahramanlarından Seyit Onbaşı'ya dair bir yazı:

"Kocaseyit’i hiç böyle bilmediniz
9 yıl sonra köyüne gidip eşini sorunca...



Kocaseyit namı, Seyit Ali Çabuk tam adı.

Çanakkale’de 215 kiloluk top mermisini tek başına sırtlayıp İngiliz zırhlısını vuran kahraman.

1889'da Balıkesir'in Havran ilçesine bağlı bir orman köyü olan Manastır köyünde doğan Seyit Ali, Yörük çocuğudur.

Mavi gözlü ve ufak tefektir.

Gariban Anadolu köylüsü.

Keçi güder arada kaçak odun kömürü yapar satar.


1909’da askere gider.

1912’de Balkan Savaşı’na katılır.

1914’te Birinci Dünya Savaşı başlayınca Çanakkale cephesinde topçu eri olarak bulundu.

18 Mart1915'te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı'nı geçmek için saldırıya geçti. Bu sırada Seyit Ali, Rumeli Mecidiye Tabyası'nda görevlidir.

(Savaşın en kritik anlarından birinde Queen Elizabeth zırhlısından atılan bir top mermisi Mecidiye Tabyası'na isabet eder. Mecidiye Tabyası'nın pozisyonu çok kritiktir. Boğazdan geçen düşman savaş gemilerini vurmak üzere oradadır. Ve hedef alınan tabyada geriye sadece iki er ve tabya komutanı kalmıştır. Bu erlerden bir tanesi Seyit Ali Çabuk'tur. Seyit, 215 kiloluk bir mermiyi, mataforası yani vinci bozuk olan topçu bataryasına tek başına sırtlayarak yerleştirmeyi başarır. İlk denemesinde Ocean gemisini vurmayı başaramaz, ikinci kez tekrar bunu dener ve başarır, ancak yine vurmayı başaramaz İngiliz zırhlısını. ve son denemesinde Niğdeli Ali'nin de yardımıyla top mermisini bataryaya yerleştirir. Ve Ocean gemisini dümen sisteminden vurmayı başarır. Ocean daha sonra sürüklenir ve Nusrat’ın döşediği mayınlardan birine çarparak batar. Bazı iddialara göre, Seyit Onbaşı’nın attığı top, Fransız Bouvet zırhlısını vurmuştur. Bazı askeri tarihçiler ise Seyit Onbaşı’nın hikayesini yalanlar, düşman zırhlılarının mayına çarparak battığını anlatır.)

Bu başarısından ötürü onbaşı rütbesine yükseltilmiş bir de ödül olarak çift tayın verilmiş.

O da bir hafta sonra kursağından geçmeyince istememiş.

Seyit Ali, 1909'da gittiği askerden, 1918'de onbaşı olarak döner.

1915’teki zaferden sonra 3 yıl daha Çanakkale’de askerliğe devam eder.

1918’de terhis olur.

SABAHA KADAR EVİNİN KAPISINI ÇALMADI

Çanakkale’den Havran’daki köyüne kadar 145 kilometreyi 13 günde yayan yürür.

Köyünde onu herkes öldü bilmektedir.

Geldiğinde evine giremez. Çünkü 9 yılda belki karısı, yeniden evlenmiş olabilir. Akşamdan geldiği evini sabaha kadar göz hapsine alır. Sabah koyunları çıkarmak için gelen bir akrabası ile karşılaşır.

“-Sen kimsin?

-Ben Seyidim.

-Biz seni öldü biliyoruz.

-İşte sağ döndüm. Benim hanım evli mi?

-Hayır evli değil. Bir çocuğun var içeride, çocuğu korkutursun. Bağırarak git, haberi olsun.”

Kapıdan eşinin ismini seslenir. 8 yaşında bir kız çocuğu kapıya gelir. “Anne” diyor, “kapıda sakallı biri var korktum.” Annesi geliyor kapıya bakıyor ki, adamı. “Korkma kızım o senin baban.”

Ve 9 yıl sonra kızıyla böyle tanışıyor.

O kız, sonradan nine olduğunda torunlarına, “Baba deyip de bir müddet kucağına oturamazdım” der.

BİR TEK ATATÜRK HATIRLAR

Kocaseyit, harpten döndükten sonra burada köyünde kimseye savaş ile ilgili bir şey anlatmaz. 9 yılda yaşadıklarını kendine saklar. Kolay değil, yaşanan olaylar, büyük travmalar yaratmıştır muhtemelen. 1929’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bir açılış için Havran'a gelir. Açılıştan sonra Havran Nahiye Müdürü’ne der ki, “Burada bir Seyit Onbaşı olacaktı onu görmem lazım.”

Ancak Havran Nahiye Müdürü, Seyit Onbaşı’nın hangi köyde olduğunu bilmez. “Buluruz tabii Paşam” deyip, Edremit askerlik şubesinden Seyit’i sordurur. Manastır köyünde bulunur. Şubeden 2 jandarma görevlendirilip salınır. Sabah çıkan jandarmalar akşamüstü köye gelir. Kocaseyit, dağa kömüre gitmiştir. Jandarmalar evinin önünde akşama dek bekler. Akşam geç saatte evine gelen Seyit, jandarmayı görünce, kaçak kömür için geldiklerini sanır. Ama bozuntuya vermez. Askerlere “suçum ne ki” diye sorar. “Hayır, suçun yok biz seni bekliyoruz. Seni Paşa çağırıyor.” Seyit, sevinir. Gece yarısı vardıklarında nahiye müdürü, Seyit’i perişan vaziyette görünce, önce onu bir güzel yıkatır, berberde saç sakal traşı yaptırır. Sabah da elbisesini verir. Atatürk’ün yanına çıktığında, biraz sohbetten sonra Paşa ‘ne istersen, iste sen büyük kahramanlık yaptın’ der. Maaş bağlatılmasını teklif eder. Seyit Ali, “Hayır paşam" demiş, "biz görevimizi yaptık maaş için değil” der. Tek bir isteği olur Atatürk’ten, “Ben dağda kaçak odunla kömür imal ediyorum. Havran ve Edremit'te gece kaçak satıyorum. Senin emrinle o dağdaki ormancılar baltamı almasa. Rahat çalışsam, maaş da istemem”

Atatürk, nahiye müdürüne talimat verir, Seyit’e dokunulmasın diye.

Ancak iki yıl sonra yeni gelen nahiye müdürü bu emri uygulamaz, Seyit’e pek rahat verilmez.

Seyit Ali Onbaşı, bir süre daha dağda odun kömürü yapar.

Yaşlanmaya başlayınca zorlanır, Havran’da bir fabrikada hamallığa başlar.

Seyit Ali Çabuk, 1939'da 50 yaşındayken, zatürreye yakalanır ve yaşamını yitirir.

Köyündeki mezara gömülür."

Paylaşım için teşekkürler @SumNauta,

Bende Seyit Onbaşı ' nın kahramanlığının ve Mustafa Kemal ' in Çanakkale Savaşının seyrini değiştiren hamlesinin ayrıca Çanakkale deniz ve kara savaşlarının oldukça kapsamlı anlatıldığı 19 mart 2017 tarihli Teketek özel programının izlenmesini şiddetle tavsiye ederim

https://www.youtube.com/watch?v=fWZUKN71mAM
"Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar."
Giordano Bruno
Cevapla
#5
Açmış olduğunuz konu başlığı teşekkürler @SumNauta,

Bende bir tarih meraklısı olarak katkıda bulunmak isterim ,

Tarih dediğimizde genellikle sosyolojik tarihi algılıyoruz , sanırım bu durum dünyada hakim tür olan Homosapiens yani bizlerin kendimize nekadar önem ve değer atfettiğimizle alakalı , oysaki kainatı geçelim dünyamızın yaşı 4.5 milyar yıl insanın (homosapiens) yaşı yaklaşık 160.000 yıl . Tarım toplumuna geçişimiz yaklaşık 12.000 yıl yazının bulunuşu 3.500 yıl bence tarihi , doğa bilimleri tarihi ve sosyolojik tarih bütününde ele alırsak değerlendirmelerimizi ve çıkarımlarımızı daha geniş bir perspektiften yapabiliriz diye düşünenlerdenim.

Tarih merakım zaman içinde arttıkça objektif ve bilimsel kaynak arayışını çok önemsedim , hepimizin malumu tarih yıllar borunca yaşayan , anlatan , derleyen ve yazan insanlar tarafından fazlasıyla çoğunluklada bilinçli olarak manipüle edilmiştir ve günümüzdede bu durum devam etmektedir.
Bu durumun maalesef araştıran , sorgulayan ve mukayese eden bir toplum olmadığımız sürece tarihi dizilerden veya gerçeklikten olabildiğince uzak destansı , manipülatif kaynaklardan öğrenip günümüzü ve geleceğimizi şekillendirme konusunda bir birey olarak dünya ve ülke siyasetine bakış açımızı olumsuz etkilemesinden kaygı duyduğumu belirtmek isterim.
"Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar."
Giordano Bruno
Cevapla
#6
@SumNauta, Bu hikayeyi hic sevmedim.
Cevapla
#7
Teşekkürler, o günlere gittim geldim, bilmediğimiz onlarca destan yürek burkan öyküler var.
rocnelrazor@gmail.com
www.rocnel.com


Cevapla
#8
@SumNauta , severek okudum . Eline sağlık..
Cevapla
#9
@SumNauta, Bu güzel hikayeyi ÇOK BEĞENDİM ve KEYİFLE okudum. Elinize emeğinize sağlık..

Cevapla
#10
Böyle bir konu açılması çok iyi olmuş, teşekkürler. Ben de kendimi bildim bileli tarihle ilgileniyorum, başka ilgilenenler de varsa umarım yeni şeyler öğrenebiliriz.

Yakın zamanda öğrendiğim üzücü bir olayla ilgili alıntı yapayım ben de. Dumlupınar Denizaltısı. Bugün yaşadığı kazanın 64. yılı. Daha ayrıntılı bilgi için Youtube'da belgesel var.

   1953 yılı… 3 Nisan'ı 4 Nisan'a bağlayan gece, Dumlupınar denizaltısı Ege'de katıldığı NATO tatbikatından geri dönüş yolunda, Çanakkale Boğazı'ndan içeriye giriyordu.Sisli ve rüzgarlı gecede su üstü seyri yapan denizaltının rotası Gölcük'teki Denizaltı Komutanlığı ana üssüydü.

  Dumlupınar; manevralar boyunca iki gün sualtında kalmış, üstün başarı gösteren gemi personeli yerli yabancı tüm komutanların takdirini kazanmıştı.

   Yorgun, ama bir o kadar da gururlu 86 denizci, kendilerine yeni bir görev verilinceye kadar sevgilileri olan denizden ve gemilerinden ayrılıp, eşlerine, ailelerine kavuşmanın heyecanı içerisindeydiler.

  Ne varki saatler 02:15'i gösterdiği sırada, Çanakkale Boğazı'ndaki Nara Burnu dönülürken, Türk denizaltıcılık tarihinin en acı kazası yaşandı.

  Dumlupınar, İsveç bandıralı yük gemisi Naboland ile Boğazın orta yerinde çarpıştı. Dumlupınar'ın parçalanan baş bodoslamasından hücum eden karanlık sular, baş üstü dikilen koca denizaltıyı 81 denizciyle birlikte birkaç dakika içinde yutuverdi.

  Zıpkın yemiş bir balina gibi acı dolu sesler çıkaran Dumlupınar son dalışını yaparken, çarpışma sırasında nöbet tuttukları köprü üstünden denize düşen 5 denizci hayatta kalmaya çalışıyordu...

  Tarih 4 Nisan 1953... Saat 06:40


 Günün ilk ışıkları etrafı aydınlattığında, Boğaz'ın 90 metre derinliğindeki soğuk karanlıkta korkunç bir can pazarı yaşanıyordu.

   Aldığı yara sonucu batan ve manevra dairesinde yangın çıkan Dumlupınar'ın kıç torpido bölümündeki 22 denizci sağ kalmayı başarmış, kurtarılmayı bekliyordu.

  Facianın üzerinden yaklaşık dört saat geçmişti. Denizaltının yerini belli eden ve kazazedelerle telefon irtibatı sağlamak üzere yüzeye bırakılan denizaltı battı şamandırası balıkçılar tarafından bulunmuştu.

  İlk telefon bağlantısında "Oğlum merak etmeyin... sizi kurtaracağız.." sözlerine karşılık Astsubay Selami'nin cevabı göz yaşartıcıydı; "Sağ olun…Vatan sağ olsun"

    Dumlupınar'ın kıç torpido dairesi dışındaki her bölümü yangın ve su dolması sonucu kullanılamaz hale gelmiş, bir kısım mürettebat torpido dairesine sıkışmıştı.

Kıç Torpido Dairesi

   Bir süre sonra kurtarma gemisi Kurtaran, Dumlupınar'ın imdadına koştu. Hemen şamandıradan içeriyle bağlantı kuruldu.

 Astsubay Selami Özben’in o saatlerde Dumlupınar'la yaptığı konuşmaların kayıtları, bugün denizcilik tarihinin acı dolu sayfaları arasında yer alıyor:

  "-Alo... aşağıdan... alo.... Dumlu..."

  "-Evet Dumlu..."

  "-Ben Üsteğmen Suat...".

  "-Evet efendim, ben Selami..."

  "-Selami nasılsınız? Biz geldik, şimdi bana durumu anlat".

  "-Efendim dizellerden yara aldık, manevra dairesinde yangın çıktı.

  Bataryayı sıfıra alarak kıç torpido dairesine geçtik. Şimdi manevra dairesi suyla dolu..."

   "-Kaç kişisiniz orada...?"

   "-Diğer dairelerle irtibatınız var mı?"

   "-Yarım saat evvel kıç batarya dairesi ile konuştum, şimdi cevap vermiyorlar".

   "-Merak etmeyin, Kurtaran geldi, biz buradayız".

   "-Efendim manometre 267 kadem gösteriyor, doğru mu?"

   "-Selami, Kurtaran geldi. Şimdi kurtarma işlemine başlanıyor. Ben biraz sonra yine gelirim".

    "-Peki efendim...".

    Üsteğmen Suat, bu konuşmayı komutanlarına rapor ettikten sonra yeniden şamandıraya dönüp denizaltıdakilere moral vermeye çalıştı.

  Ama durum biraz daha kötülemişti:

  "-Alo... Dumlu...?"

  "-Evet... Dumlu..."

  "-Efendim hava biraz fenalaştı."

  "-Morallerinizi bozmayın. O hava size daha 2 gün yeter. Sen çocukları yatır. Sigara içmeyin".

   "-Yok efendim, hepsi yatıyor. Sigara da içmiyoruz. Işık da yok. karanlıktayız".

   "-İhtiyaç lambalarını kullanmayın, ileride lazım olacak".

   "-Kullanmıyoruz zaten. Birinin ışığı çok zayıfladı".

   Kurtaran gemisi kurtarma çalışmalarını sürdüredursun yarım saat sonra denizaltıyla yeniden bağlantı kuruldu. Suat Üsteğmen yeniden Dumlu... Selami..." diye seslendi.

   Ancak bu kez duyulan, sadece iniltiler ve "Allah..." sesleriydi.

Kaynak: http://www.denizalticilarbirligi.com/db.alodumlu.htm
Cevapla


Konu ile Alakalı Benzer Konular
Konular Yazar Yorumlar Okunma Son Yorum
  Tarih ve Ornekleri. 3RD1 28 18,793 30/05/2020, Saat: 05:36
Son Yorum: MetsGo

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: