Çok sevdiğim Büyük Akdeniz tarihçisi Fernand Braudel'in bir kitabını tekrar okumaya başladım bu haftasonu....Bizim 'Anadolu Aslanları' Hititlere dair yazdıklarından bir kısmını paylaşmak istedim:
"Yol arkadaşları ve kardeşleri olan Luvilerin ardından Anadolu'ya yerleşen Hititler, oraya eski çivi yazısını benimseyecek kadar erken bir dönümde gelmişlerdir ve onların gayet iyi bildiğimiz yazılı dili içindeki Hint-Avrupa kelimelerinin oranı bir süre sonra %20'ye düşerken, geri kalan kelimeler yörede mevcut Hint-Avrupalı olmayan halklardan alınmış kelimeler olacaktır. Yunanistan'da Akhalılatın başına geleni Hititler de yaşamıştır: Başlangıçta kendilerine ait olmayan ve onlarınkinden çok üstün bir kültürel miras içine giderek gömülmüşlerdir.
Böylece Yunanlıların da sonradan Yunanlar olmaları gibi, Hititler de Anadolu'da Hititler olurlar.
Tarihsel yazgılarına kuşkusuz MÖ II. binyıldan önce adım atmışlardır. O sırada (belki Hazar denizi kıyılarından, belki de Trakya'dan) hareket edip, Anadolu'nun kışın donan, yazın kavrulan yüksek bölgelerine gelirler. Yerel halkların arasına karışan bu bodur ve güçlü Hint-Avrupalılar sarı veya kestane açık renk saçları, etnik türlerin iyi gözlemcileri olan Mısırlıların gözünden kaçmayan "Grek" profilleriyle fark edilmektedirler. Köylü oldukları, anakaralı oldukları tartışma götürmez; uzun süre bilinçli bir kararla denize sırtlarını dönerler, başkentleri olan Hattuşaş'ı (Boğazköy, Çorum) iç bölgede, Kızılırmak havzasında kurarlar. Yazgıları orada kök salacaktır.
Daha sonra enerjik bir nüfus, hükümdarlarının hırsı, gelişen bir metalürji, savaş arabalarının kitlesel kullanımı sayesinde hakimiyetlerini bugünden geriye dönüp bakılarak saptanması güç sınırlara dek yayarlar. İmparatorluğun bir tür feodal rejim uygulaması, topraklar, beylikler, prenslikler dağıtması, "has" türü toprakları şahısların tasarrufuna vermesi de yayılmayı zorunlu kılmaktadır. Bunun ağır sonuçlara gebe bir zaaf olduğu ortaya çıkacaktır. MÖ 1595'te bir ara Babil'i ele geçirirler, ama bu mucizevi fethe kendileri de o kadar şaşırır ve rahatsız olurlar ki, orayı hemen terkederler. Ama Kargamış, Halep ve Ugarit üzerinden zorla veya dostane anlaşmalarla denize ve Bereketli Hilal'e ulaşırlar. Oldukça uzun süreli bu açılım onlara kuvvet vermiş ve emellerini her yere dayatmalarını sağlamıştır. Güney'de, Babil ile Asur arasında bölünmüş Mezopotamya onları asla durduramazdı; Fırat dirseğindeki kilit mevkileri ellerinde tutan Mitannilerin de hakkından gelmiş ve Mısır'ın ağır silahlarına da kafa tutmuşlardı.
........
........
Demek ki Hititlerle Mısırlıları her iki tarafa da yabancı bu topraklar üzerinde çatıştıran, ama bunu o zamana dek hiç varolmamış bilinçli bir beynelmilel ilişkiler ortamı için de yaptırtan olgu, emperyal rekabettir.
Hitit uygarlığı da II. Binyılın kozmopolitizmine güzel bir örnektir. Oradaki her şey dışarıdan alınma gibi durur. İsimleri bile (Hatti) yerel Anadolu halklarından alınmış, bunun dışında geleneksel inşaat teknikleri, rengarenk desenli ve sırlı kırmızı seramikleri, hayvan biçimli vazoları, çarık biçimindeki ayakkabıları ve tanrılarının koni biçimli başlıkları vb. hep onlardan alınmıştır.
.......
.......
İlginç olan, o uzak yüzyıllarda Boğazköy'de bulunmuş belge külliyatı sayesinde içeriden tanıyabildiğimiz "ilk" Hint-Avrupa halkıyla karşılaşmaktır. Belgeler o kadar boldur ki, hepsini tarayıp çevirmek için çok zaman gerekecektir. Dışarıdan yapılmış her türlü alıntıya karşın yine de farkedilen ve tüm uzlaşımlarına karşın yine de çok anlatımsal olan Hitit Sanatı da bu halkı tanımamızı sağlamaktadır.
Onları dürüst, cesur, ayakları yere basan, neşeli, dans ve müzik tutkunu, çocuklara karşı "şefkatli" bir halk olarak tasavvur etmek hata mı olur ? Çok sevimli heykellerde, kraliçenin dizleri üzerinde oynayan veya yazı ödevlerini ona gösteren küçük prens görülmektedir. Civardaki büyük uygarlıkların güneşinde ısınan ve giderek kendi emperyal kurallarını üreten henüz saflığını tam yitirmemiş bir halk sözkonusudur. Ama Hitit kralı asla Firavunlar gibi, yaşayan tanrı kılığına girmeye çabalamayacaktır. Hitit kralı savaşçılardan oluşan bir halka hükmetmekle birlikte, amaçlarına ulaşmak için savaştan çok diplomasi yollarını yeğleyenler soyundan olmuş ve her dönemde, hatta Mısır'da bile fark edilen ve daha sonra Asurlularda dehşet verici boyutlara ulaşacak savaşçı gaddarlığının izine Hititlerde rastlanmaması dikkat çekmiştir. Anlamlı son bir özellik daha: Kadınların toplumsal statüsünün - bu asker halktan hiç beklenmeyecek bir şekilde - en az Girit'teki kadar serbest olduğu anlaşılmaktadır."
Sent from my iPad using Tapatalk