Ağaçlar, Bitkiler, Tarım
#11
6e7ce093680bea7318d111e5cc7cc231.jpg




Geçenlerde bitirdiğim 'A Curious History of Vegetables' kitabından Patates maddesini çevirmiştim bu bölümdeki yazılardan birinde. Şimdi de Papates'le aynı aileden (Patlıcangiller....aynı aileden oldukları için hastalıkları birbirlerine çok hızlı bulaştırdıklarından yanyana ekilmemesi belirtilmişti o yazıda) Domates maddesini hızlı ve serbest çeviri bir 'özet' olarak çevirdim, bu konulara ilgi duyabilecek forum üyeleri için


DOMATES

(Patlıcangiller , İtüzümü ailesinden)

Geçmişte Cennet Elması, Altın Elma, Aşk Elması diye de isimlendirilmiş.

Tıbbi Faydaları: (not: kitapda böyle yazıyor ama süz yine de Doktorunuza danışın )

1) Taze domates suyu sürüldüğünde yaralarda dezenfeksiyon sağlar
2) Yenildiğinde Pankreas salgısını arttırır, bağırsak hareketlerini düzenler, kimi tümör gelişimlerini engeller, Gut, Böbrek, Kalp ve Romatizma hastaları için ideal bir besindir.


Patatesten sonra bahçenizden elde edebileceğiniz en favori yiyecek Domates'tir.

Lezzetli, güzel renkli bu sulu sebze (aslında teknik olarak Domates bir meyvedir) dünyanın her yanında insanların kalbini ve sofralarındaki yerini kazanmıştır.

Ama bu hep böyle değildi...

1500'lerin başında Domatesi hayatlarında ilk defa Orta Amerika'da gören İspanyol kaşifler onun bir İtüzümü bitkisi olduğunu hemen anlamışlardı, yenilecek bir şey değildi onlar için.
Engizisyon dönemi Avrupasında, İtüzümü bitkileri sadece çok zehirli olarak değil aynı zamanda şeytana ait şeyler olarak görülüyordu.
Bu İspanyol işgalciler için İtüzümü bitkileri cadılarla, onların kötü işleriyle ilintili, içerdikleri maddelerle insanı ahlaksızlığa yönlendiren şeylerdi.

Aztekler ise Domatesi bir ilaç olarak da kullanıyorlardı. Domates suyunu bir çok garip içerikle (kertenkele dışkısı gibi) karıştırıp cilt yaralarının tedavisinde kullanıyorlar, taze domates suyunun içine ezilmiş kabak çekirdekleri, biber, agave suyu katıp, hastalık sonrası nekahat döneminde iyileşmeyi hızlandırmak ve güç kazanmak için içiyorlardı.

Mayalar için Domates gündelik gıdalarıydı. Domates suyunun insanda kan arttırıcı etkisi olduğuna ve böylece vücudu güçlendirdiğine inanıyorlardı. Ayrıca taze sıkılmış domates suyunu cilt yaralarının tedavisinde kullanıyorlardı.

Domates (Tomato) sözcüğü, Aztek dilindeki 'sertçe, şişkin şey' anlamındaki Tomatl'dan gelir.

Avrupalı botanikçiler ise bu "şüpheli" meyveye 'Kurt Şeftalisi' gibi isimler koydular ilk. Buradaki Şeftali sözcüğü, eski Mısır'daki çok zehirli bir bitkiden geliyordu.

1700'lerin başında namlı bir Alman doktor, Domates'e 'Kurt Şeftali'si denmesinin, göze güzel gözükse de yenildiğinde insanı öldürecek tehlikede bir şey olmasından dolayı olduğunu yazmıştı.
Domates'e 'delilik elması' demişti bazı Avrupalılar da.

Domates'in bir ara eski Avrupadaki bilim adamları tarafından 'Cennet Elması' olarak adlandırlımasının da Kolomb'un 3. seferinde ulaştığı Güney Amerika'daki bir bölgeyi (bolca Domates de vardı bölgede) insanlarının çok sağlıklı, güzel ve mutlu olduğunu, burasının adeta bahsedilen Cennet olduğu şeklinde tanımlamasından geldiği düşünülüyor.

İnsanlar bu egzotik 'Aşk Elma'sına karşı çok şüpheyle yaklaşsalar da, zamanla Avrupa'da bahçelerde sadece süs bitkisi olarak görünmeye başlar Domates.

Zamanla tıbbi özellikleri keşfedilmeye başlanır, yaraları iyileştirme gücü (Aztekler ve Mayalardan asırlar sonra) Avrupalılar tarafından da anlaşılır.

Ama Avrupalıların Domates'in yenilebilir bir şey olduğunu kabul etmeleri için daha çok zaman geçmesi gerekecektir.

Avrupada bu 'korkunç' meyveyi yemeye ilk İtalyanlar cesaret eder.

Bir Avrupalı şöyle yazmış o zamanlar: 'İtalya'da insanlar bunu tuz, sirke ve zeytinyağıyla pişirip yiyorlar ama bu oldukça sağlıksız bir yiyecek'.

Zamanla İtalyanlar makarnalarına da domates eklemeye başladığında, 1700'lerde Kuzey İtalya'da büyük domates tarlaları oluşmaya başladı. Parma'lı çiftçiler de Domatesi konserve şeklinde korumak ya da güneşte kurutup kışa saklamak konusunda ilk örnekleri verdiler.

Avrupa'nın diğer bölgelerinde ve Kuzey Amerika'da domates yemenin bir tabu olmaktan çıkmasına daha çok vardı.

1820 yılında Amerikalı bir Albay, 26 Eylül günü evinin terasında halkın önünde tam bir sepet dolusu domatesi yiyeceğini duyurduğunda Deli olduğuna hükmedildi. O gün 2000 kişiden fazla meraklı bu çılgın olayı görmek için oradaydı. Albay domatesleri yedi ve beklendiği şekilde ölmedi

Domatesin gerçekten popüler olması 1920'lerden sonrası gerçekleşti.

Güney Kaliforniya'da çok büyük domates tarlaları oluşturuldu ve Amerikan pazarı Domates Suyu, Salçası, Kutulanmış Domates ve Domates Çorbası akınına uğradı.

Amerikalı film yıldızları için Domates suyu, aynı portakal suyu gibi gündelik yaşamlarının bir parçası olmaya başladı. Ünlü içki yasağı (Prohibition) döneminde Bloody Marry adlı kokteylle içine katılan Votka'yı gizleyen bir şey oldu Domates Suyu.

Domates'deki Lycopene onu en önemli anti-oksidan yiyeceklerden biri yapmakta.



















Sent from my iPad using Tapatalk
Cevapla
#12
Hocam ilginç ve güzel paylaşımlarınız var.Fırsat buldukça okumaya çalışıyorum.Lütfen bu tip paylaşımlara devam edin.Sizi ayrıca tebrik ederim.


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
bir yıl daha bitiyor
düşlerim,tasarılarım,yarım kalmış onca şey
her yıl biraz daha kısalıyor bir öncekinden
bana mı öyle geliyor yoksa daha hızlı mı ilerliyor zaman
insan yaşlanırken?
Cevapla
#13
(20/04/2017, Saat: 14:20)ahraz Adlı Kullanıcıdan Alıntı: Hocam ilginç ve güzel paylaşımlarınız var.Fırsat buldukça okumaya çalışıyorum.Lütfen bu tip paylaşımlara devam edin.Sizi ayrıca tebrik ederim.


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi

+1 diyerek @ahraz komşuma katılıyorum.
Aynen @SumNauta komşum yazdıklarınıza hep yorum yapmıyoruz yazdıklarınız dağılmasın diye emin olun ki her seferinde keyifle okuyoruz .
Cevapla
#14
Teşekkür ederim @ahraz @Nani Kuş


Sent from my iPhone using Tapatalk
Cevapla
#15
"What a Plant Knows" (Bitkinin Bildiği) kitabından özet bir çeviri:

Çoğumuz bitkilerle her gün etkileşim kurarız. Bazen onları yumuşak ve rahatlatıcı buluruz, bir öğleden sonra üzerine yayılıp yattığımız çimenlerde ya da taze gül tomurcuklarında olduğu gibi.

Bazen sert ve dikenlidirler, böğürtlen çalısına ulaşmak için rahatsız edici dikenler arasında yolumuzu bulmaya çalışırız.

Çoğu durumda bitkiler eylemsiz, pasif objeler olarak kalır onlarla etkileşimde olup da önemsemediğimiz zamanlarda.

Ya bitkiler bizim onlara dokunduğumuzu biliyorlarsa ?

Bitkilerin kendilerine dokunulduğunda bunu biliyor olmalarını keşfetmek biraz şaşırtıcı ve hatta rahatsız edici gelebilir. Sadece kendilerine dokunulduğunu değil, sıcak ve soğuk arasındaki ayrımı da, dallarının rüzgarda salındığını da bilirler.

Bitkiler direkt teması hissederler: Sarmaşık gibi bazı bitkiler bir çite değdiklerini farkettiklerinde hızlı bir büyüme süreci başlatırlar ve çitin etrafına kendilerini sararlar.

Ayrıca bitkiler çok dokunulmayı sevmezler, çokca dokunmak ya da bitkiyi sallamak bitki büyümesini azaltır.

Pıtrak salatalık gibi kimi bitkiler, dokunmaya biz insanlara göre 10 kat daha fazla duyarlıdır."
Cevapla
#16
0ce97ae1ea74439ddacb948ee29c730d.jpg


Zeytin Ağacı:


Ağaçları severim, Zeytin Ağacını bir ayrı severim.

Çok müstesna bir ağaç bu Smile

Çok sevdiğim ve kitaplarını dönüp dönüp okuduğum muhteşem Fransız Tarihçi Fernand Braudel'in bir sözü var. " Akdeniz Zeytin agaçlarının Kuzeyde başladığı yerden başlar ve onların bittiği Palmiyelerin başladığı güneyin bir yerinde biter." Ne güzel bir tanımlama.

2000 yıl önce Romalılar şöyle demişti: “Partes humani cultus necessariae vinum … atque oleum olivarum” ( Uygarlığın iki unsuru Şarap ve Zeytinyağıdır.)

Ayrıca şöyle demişti Romalılar bu müthiş dayanıklı ve sağlam ağaç için: "Yedi canlı bir ağaç bu"

Bizim güzel Anadolumuzda da "Ölmez Ağaç" demişler. Hatta hikaye ederler, 'zeytinin dalını kes, evi boyamak için fırçana sap olarak kullan, işin bitince de toprağa sapla, ağaç olur' o diye.

İnsanoğlunu binlerce yıldır besleyen bu ağaç Ön Asya kökenli. Binlerce yıl önce yabani türleri insanlar tarafından ıslah edilmiş. Genelde Zeytin ağacı denizi ve kalkerli toprakları seviyor. Asyanın içlerine gittikçe göremiyorsunuz. Anadolu'nun Ege kıyılarında, Yunanistan'da ve adalarda bolca yabani zeytin ağacı bulunuyordu eski zamanlarda.

Çok uzun ömürlü bu ağaç kışın yapraklarını dökmez ve müthiş bir yaşama gücüne sahip.
Leylak ve Yasemin gibi süs bitkileriyle aynı familyadan, Oleaceae'dan olan yabani meyve ağacı Olea'dan geliyor.

İnsanlar bu ağacın meyvesinin yağını önceleri aydınlatma için kandillerde, güzellik için de saçlarında ve vücutlarında kullandılar. Sonradan da mutfaklarına girdi bu yağ.

Bu ağacın yabani atalarının ana yurdunu Anadolu, Suriye, Girit ya da Yunanistan olarak veren kaynaklar var...tabi ki Egeli olmak yakışıyor bu ağaca.
Alanında çok saygın bir bilim adamı Zeytin Yetiştiriciliğinin 6000 yıl önce Anadolu'da başladığını söyledi.

Fransa'da Marsilya şehrini kuranlar bizim Foçalılar biliyorsunuz. Saldırılardan kaçıp yeni hayat kurdukları o bölgeye yanlarında getirdikleri Anadolu zeytin çeşitleriyle o bölgede bulunan yabani zeytinleri aşılamışlardı. Yanlarında götürdükleri bir diğer şey de Anadolu Üzüm Asmalarıydı.

Ege kıyılarından Avrupa'nın belli bölgelerine kadar yaygınlaştı zamanla zeytin yetiştiriciliği.

Santorini adasında tam 39,000 yıllık fosilleşmiş zeytin taneleri ve yaprakları bulunmuş bir kazıda.

Bizim Anadolu Aslanları, zamanının süper gücü olan Hititler de kullanmış ve önemsemiş Zeytin Yağını.
Hitit belgelerinde adı sıkça geçer.

Hemen hemen gittiği her yerde kutsal ağaç kabul edildi. Yararlılığından ötürü de hep korunan bir ağaç oldu, belli kültürlerde Zeytin ağacını kesenlere ölüm cezası veriliyordu.

Kutsal Kitaplarda adı ne çok geçer. Tevrat ve İncil'de tam 140 kez geçer adı. Ve Kuran'da da bahsedilir bu ağaçtan.

Tevrat'da: Nuh tufanın sularının toprak üzerinden çekilip çekilmediğini öğrenmek için yanındaki güvercini uçurur. Güvercin geri döndüğünde Nuh'a tufanın sona erdiği müjdesini verir gagasında tuttuğu bir Zeytin dalıyla.

Tevrat'ın başka bir bölümünde şöyle geçer: 'Allahın Rab seni buğday, arpa, asma , incir , nar ve Zeytin yağı ve bal diyarına götürüyor.'

Tevrat da başka bir çok bölümde adı geçer ama şu kısım özellikle ilginç: 'vaktiyle ağaçlar kendilerine kral olması için Zeytin Ağacına gittiler. Ve Zeytin Ağacına dediler: bize Kral ol. Ve Zeytin ağacı onlara dedi 'Allah'ın ve insanın bana sena ettiği yağımı bırakayım da ağaçlar üzerinde sallanmaya mı gideyim.' Reddeder krallık teklifini Zeytin Ağacı.

Hristiyanlıktaki Khristos ya da Christ yani İsa sözcüğü kutsal yağ ile ovulmuş anlamındaki Yunanca Khrisma'dan türemiş.

Kur'an'da: Nahl suresinde 'Allah su ile, size ekinler, zeytin ve hurma ağaçları yetiştirir' diye geçer. Tin suresinde 'Hamdolsun İncir ve Zeytine, Sina dağına' diye anılır, En'am suresinde bahsedilir, Mü'minun suresinde 'Sina dağında yiyenlere yağ ve katık olan zeytin ağacını var ettik' denir, Nur suresinde 'O çerağın yağı mübarek bir ağaçtan çıkar. O mübarek ağaç, öyle bir zeytin ağacıdır ki, ne doğuda ve ne de batıda bulunur' diye övülür.

Bu ağaçlara hayran, ülkemizde ve başka yerlerde bir vakit yaratıp zeytinlik alanları gezmeyi seven birisi olarak nice yaşlı ama hala meyve veren Zeytin ağacı gördüm. Girit'te 2000-3000 yaşında Zeytin ağaçları var bu türün en yaşlıları olarak bilinen.

Yukarıya koyduğum fotograf da güzel Thassos adasının yaşlı zeytin ağaçlarından birisi.

(Ben bu ağaçlara ve zeytin yağına merakımdan Kontinyu denilen sıkım tesisleri de dahil bir çok yeri gezdim, farklı sıkım tekniklerini inceledim, onlarca farklı yağ tattım...sıkım ve yağ çeşitleri de ayrı bir yazı konusu olmayı hak ediyor.)


Bu konuda yazacak o kadar çok şey var ki. Çok da uzatmadan Roma Tarihi okumalarım sırasında not ettiğim bir bilgiyle sonlandırayım yazıyı. Belki ileride bu konuya başka detaylar paylaşmak için döneriz. Smile


Romalılar bu ağacı ve ondan elde ettikleri yağı çok önemsediler.

Sıkımdan elde edilen yağ çeşitlerine ilişkin ilk sınıflandırmayı / adlandırmayı da onlar yaptı.

Şu şekildeydi bu sınıflandırma:

1) Oleum ex albis ulivis: Yeşil, olgunlaşmamış zeytinlerden sıkılan yağ
2) Oleum viridum: Yeni olgunlaşmaya başlayan zeytinlerden sıkılan yağ
3) Oleum maturum: Olgun siyah zeytinlerden sıkılan yağ
4) Oleum caducum: Toprağa dökülmüş zeytinlerden sıkılan yağ
5) Oleum cibarium: Çürümüş ve kurtlanmış zeytinlerden sıkılan yağ

Sınıflı bir toplum olan Roma'da en kaliteli sızma yağları Din Adamları, Soylular ve Atletler tüketiyordu.

Kölelere ise Oleum Cibarium (çürümüş, kurtlu zeytinlerden sıkılan yağ) veriliyordu.

Herkese keyifli pazarlar.

















Sent from my iPad using Tapatalk
Cevapla
#17
......
Cevapla
#18
Üstad aynı hissiyat içindeyim.Sürekli kendi kendime başka türlü mümkün diye telkinde bulunuyorum ve son yıllarda derinden gelen bu sesin yükseldiğini hissediyorum .Yaşamak ve üretmek için, emekli olupta dinlenmek için değil.
Cevapla
#19
Ekşi sözlük yazarlarının etkisi o.Yarın sabah geçer Hocam,kalmaz birşey.


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
bir yıl daha bitiyor
düşlerim,tasarılarım,yarım kalmış onca şey
her yıl biraz daha kısalıyor bir öncekinden
bana mı öyle geliyor yoksa daha hızlı mı ilerliyor zaman
insan yaşlanırken?
Cevapla
#20
(26/04/2017, Saat: 20:19)ahraz Adlı Kullanıcıdan Alıntı: Ekşi sözlük yazarlarının etkisi o.Yarın sabah geçer Hocam,kalmaz birşey.


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi

Smile Smile
Okadarmı etki altındayız sizce @ahraz üstadım.
Cevapla


Konu ile Alakalı Benzer Konular
Konular Yazar Yorumlar Okunma Son Yorum
  Tarım Kredi Elit Zeytin Kolonyası İncelemesi yarhasan 4 14,818 23/12/2012, Saat: 00:07
Son Yorum: BigHillMe

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: